Spread the love

Coronavirüs krizi: ne yapmalıyız, nasıl davranmalıyız

Re-Gnose, ileriden geriye bakmak. Alman futurist, gelecek araştırmacısı, Matthias Forx`un çalışmalarından kullandığı metotlardan birinin ismi. Metot çok basit. İş görüşmelerinden şu tür soruları biliriz: 5 yıl içerisinde nerede olacağınızı düşünüyorsunuz? Ulaşmak istediğiniz hedefler nelerdir? vb. Re-Gnose bunun tam tersidir; yani bugünden geleceğe bakılmaz. Kişi düşünce dünyasında geleceğe gönderilir ve gelecekten geriye doğru bakıp, geçen zamanda neleri yaşayabilmiş olabileceğini görmesi istenir. 

Yazının devamını okumadan önce, coronavirüsünün ağır sonuçlarını yaşadığımız şu günlerde bir Re-Gnose alıştırması yapalım: örneğin aradan tam altı ay geçmiş olsun. 2020 sonbaharındayız, coronavirüs krizini atlatmışız. Evinizde eşiniz ya da arkadaşınızla oturuyor, önünüzdeki kahveyi yudumlarken geçen altı aya bakıyorsunuz: dönüp baktığınız da neleri yaşamış olduğunuzu görürdünüz sizce? Hangi zorluklar çıkmış olurdu karşınıza ve siz bu zorlukları nasıl aşmış olurdunuz? Peki ya arkadaşlıklardan, alışverişinize, günlük alışkanlıklardan, dünya görüşünüze, ta ki içtiğiniz kahvenin tadına kadar neler değişmiş olurdu dünyanızda? Neler önemli ve vaz geçilmez olurken, nelerin yaşamınızı boş yere doldurduğunun farkına varırdınız? Bunlardan bir sonuç çıkarttığınızı varsayın: 2020 sonbaharında yeni bir yaşam kuruyor olsaydınız, nasıl bir yaşam kurardınız? Yapacağınız, önemseyeceğiniz, mutlaka olması gereken şeyler neler olurdu?

Coronavirüs: olağanüstü(-dışı) bir durum

İnsanlık tarihinde eşi benzeri olmayan günlere şahitlik ediyoruz. Virüsün benzerlerine oranla daha saldırgan, etkisinin daha hızlı ve sonuçlarının daha şiddetli olduğu biliniyor. Bu yüzden salgını yavaşlatmak için alınan önlemler tarih boyunca eşi benzeri görülmemiş boyutlarda. Her ne kadar etkisi, oluşumu ve alınan önlemler üzerinde bilim insanları arasında tartışmalar devam etse de İngiltere ve İsveç hariç tüm dünya rejimleri aynı stratejik önlemleri alıyor. Ülke kapılarını bırakalım, evlerimizin kapıları kapanıyor, sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor. Büyük savaşlar döneminde bile ülke sınırları bu derecede kontrol altında ve kapalı değilken, insanlar gönüllü olarak evlerine sığınıyor.

Etkisinin tam olarak bilinmediği, istatistik bilgilerin açıklıktan daha çok kafaları karıştırdığı kaos, dünyanın yaşamış olduğu politik kaosun izdüşümü gibi olsa da kendimizi, sevdiklerimizi, toplumun zayıf ve bu yüzden virüsten etkilenme riski yüksek insanlarını korumaya çalışıyoruz. Doğrusu ve tartışma konusu olmaması gereken tek yer de burası olduğunu düşünüyorum: insanları ölümden kurtarmanın tek yolu sağlık sisteminin yükünü azaltmak. Buna katkı sağlamak zorundayız. 

Tüm çabalara rağmen dünya ve özellikle dünyanın gelişmiş ülkeleri tam bir savaş ortamında. Görmediğimiz, bilmediğimiz bir düşmana karşı ortak bir savaş yürütüyoruz. Ve birçok insanın dediği gibi, coronavirüs krizinden sonra dünya artık yaşadığımız o dünya olmayacak ve bizi hem sosyal hem ekonomik ve hem de psikolojik olarak değişimler bekliyor, buna hazır olmamız gerekiyor. Çünkü…

Beklemiyorduk, hazırlıksız yakalandık: smart homelarda yaşamaya hazırlanan 21. yüzyılın modern insanı, smarttelefonlarda en ilkel hijyenik kurallar öğreniyor. Her ay 200 bini aşkın uçak, airbnb gibi ucuz hizmetlerle global sınırları yok edip, insanları turistik merkezleri çekirge sürüleri gibi istila etmeye davet derken, homo socialis insan sosyal mesafeyi, birbirinden uzak durmayı, sınırları kapatmayı, tek başınalığı öğreniyor. Daha fazla genişlemek ve tüketmek üzerine kurulu kapitalist ekonomik sistemin ayakta kalması için, ekonomik yaşamın daraltılması, küçültülmesi gerektiğini ve bunun da dünyanın sonu olmayacağını, yani tüketmemeyi öğreniyor tüketim toplumları. Bireyin özgürlüğü ve onun sonsuz gelişmesi üzerine kurulu ekonomik ve sosyal yaşam kolektifin, devletin eline bakmayı öğreniyor. Globalleşmiş dünyanın mobil (hareketli-esnek) insanı, uzay yolculuğuna hazırlanırken bırakın yeni bir ülke ya da başka bir şehre gitmeyi, günlük sporunu yaşadığı apartmanın çevresinde koşarak yapmayı öğreniyor. 

Kutsallarımız, alışkanlıklarımız, sosyal ve ekonomik yaşamımız, inançlarımız, inandıklarımız ve bildiklerimiz: her şey sorgulanırken, bizi bekleyenin ne olduğunu bilmediğimiz bir tünelde yaşarken korkmak, umutsuzluğa kapılma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bu tünelden geçerken neler yapabiliriz, sizlerle bunu paylaşmak istiyorum. 

Korku tünelleri

İnsanın talihi de talihsizliği de geleceği düşünebiliyor ya da öngörüyor olabilmesidir. 

Bir düşünce deneyi yapalım yeniden. En son ne zaman sizi korku ve kaygı ile bekleyen önemli bir olayla karşılaştınız? Dönem sınavları, sizi ya da sevdiğiniz birini bekleyen bir ameliyat, bir iş görüşmesi, ekonomik yaşamınızda büyük bir tehlike… Bu durumların öncesindeki beden ve ruh halinizi anımsıyor musunuz? Korku tüneli içindeydiniz ve başınıza gelebilecek felaketlerin hayalleri ile üzerinizde yok edici bir gerginlik, bedensel ve ruhsal bir saplantı hali vardı tahminen. 

İnsan, genel olarak canlı, doğası gereği olumsuzu görmeye yatkındır. Her ne kadar modern toplum “think positiv”i kutsallaştırsa da hayatta kalmayı milyarca yıl içinde öğrenen canlı ilk olarak iyiyi değil, tehlikeyi sezmeyi tercih eder. Biyolojik sistem tehlikelere hazır olduğunu hissettikten sonra gevşeyip, pozitif yoğunlaşma içerisine girebilir. Alışık olmadığımız, kontrol sağlayamayacağımız, sonucunu tahmin edemeyeceğimiz her durumda korku tüneline girmemizin nedeni de budur: hayatta kalmak için önümüze çıkabilecek tehlikeleri sezmeye, görmeye çalışıp, bilmediğimiz durumun tehlikelerine kendimizi hazır hale getirmek.

Evet, coranavirüs salgınının bizi sürüklediği bu süreçte herkesin kafasında sorular var. Bilinmezlikler. Her ne kadar bizi morallendiren, güçlendiren sesler duysak da gördüğümüz daha çok korku ve belirsizlik. Ekonomik ve sosyal yaşamın kısıtlanması ile oluşan belirsizliğin insanlar üzerinde yarattığı etkinin, baskı ve çaresizlik duygularına dönüşüp psikolojik bir krize yol açma tehlikesi hiç de düşük değil. Peki bu durumdan çıkmak mümkün mü?

Tünelden çıkmak

Korku ve kaygılar kabul etmesek de yaşamımızın bir parçası. Bu korku kaygılar sosyal izolasyon, ekonomik yaşamın sarsılması ve hepsinden önemlisi önümüzdeki bilinmezlikten ve belirsizlikten kaynaklı daha da yüksek. 

Kaygı ve korku yasadığımız anlarda bedenimiz şu 3 tepkiyi verir: kaçma, mücadele ya da teslim olma. Bildiğimiz, üstesinden gelebileceğimizi tahmin ettiğimiz durumlarda korkuya karşı psikolojik tepki mücadele etmek ya da ondan kaçmak olur. Ve bu iki tepki de aktif baş etmedir (coping). Ne olduğunu bilmediğimiz durumlarda ya da sarsıntı ve şokun yüksek olması durumlarında kaygı ve korkular karşısında teslim olma tehlikesi büyüktür. Bunun sonucu depresif belirtiler gösterme olasılığı da aynı derecede artar. Bugün yaşadığımız belirsizlik, şokun büyüklüğü ve beklemiyor olmamız teslim olma olasılığını yükseltiyor Sosyal izolasyon, hareket alanlarımızın engellenmesi, kontrol duygu kaybının artmasını tetikleyip depresifleşmemizi güçlendirebilir.

Beynimizin bizi kaygılandıran, korkutan durumları sezinlemesi halinde, korkunun arkasındaki şeyin-nedenin gerçek (real) olup olmadığına bakma lüksü yoktur. Hayatta kalmaya programlı insan beyni bu durumlarda otomatik olarak saldırmaya ya da kaçmaya (fight or flight) hazırlanır (bunları yapamıyorsa teslim olmaya). Hangi biçimi ile olursa olsun bedenin bu durumlarda yüksek oranda enerjiye ihtiyacı vardır. Bu da aşırı bir stres reaksiyonu göstermemiz anlamına gelecektir. Uzun sürecek aşırı stres reaksiyonu ise tehlikenin en büyüğüdür: kaçma, mücadele, ya da teslim olma, hangi tür reaksiyon gösterirseniz gösterin bedeninizde zaman içerisinde bir tükenme, yorgunluk ve çaresizlik duygusu oluşmaya başlar. Bu ise kaygı ve korkulara karşı kendinizi daha da çaresiz hissetmenize, bunun sonucunda da korkularınızın daha da güçlenmesine neden olur. O yüzden bu durumlarda size önerim her şeyden önce korku zincirini kırmanın yollarına bakmanızdır. Bunun için yapabileceklerinizden bazıları şunlardır:

  1. Bedeninizi gevşetin: Korku ve kaygı yaşıyorsanız ilk yapmanız gereken şey stres hormon düzeyini düşürmek olmalıdır. Bunun için en etkili yöntem direk beden üzerinden olanıdır. Örneğin gevşeme, nefes egzersizleri, meditasyon ve her türlü spor. Diğer bir etkili yöntem ise düşünceleri korkulardan pozitif şeylere yönlendirmektir.
  • Korkulardan kaçmadan onları sorgulayın: korku dolu düşüncelerinizin nedeni ne olursa olsun onları sorgulayın. Korkularınızın başınıza gelme olasılığı ne kadar yüksek, korkularınız ne kadar gerçekçi? Gerçekleşmesi durumunda sonuçları tahmin ettiğiniz kadar yüksek mi olur, yoksa yaşamınızda değişiklikler için yeni bir şans mı oluştururlar? Unutmayın, yaşam genelde korkularımızın bize söylediklerini değil, daha güzel şeyler getirir!
  • Olumlu ve olumsuz korkunun ayrımına varın: sizi etkisine almış herhangi negatif bir düşüncenin, kaygının yaşamınıza olumlu bir katkısı olup olmadığını sorgulayın. Önemli bir sınav öncesi başarısız olma düşüncesi sizi sınava daha iyi hazırlanmaya itecektir. Burada yaşadığınız korku ve kaygı önemli ve pozitiftir. Peki korkulu her düşünce yaşamınıza aynı katkıyı sağlar mı? Örneğin; yolculuk ettiğiniz uçağın içindeyken, uçağın düşebileceği düşüncesinin size nasıl katkısı olabilir ki? Sizi çaresiz kılan tüm düşüncelerin kaybolup gitmesine izin verin. Onların yerine yaşamınıza katkısı olacak, sizi geliştirebileceğini düşündüğünüz ve üzerinde kontrol sağlayabileceğiniz gerçek kaygıları bulun. Unutmayın, yaşamınıza olumlu etkisi olmayacak her türlü düşünce sizin için zararlıdır!
  • Yaşamınızda kontrolü tekrar ele geçirin: bunun en kolay yolu çözebileceğiniz ve çözemeyeceğiniz zorlukları ayrıştırmaktır. Sürecin büyük ayaklarını yönlendirmeniz mümkün olmayabilir (sokağa çıkma yasağı vs). Bu durumlarda dikkatimizi aşamayacağımız yerlere yönlendirmek stresimizi artırıp, çaresizlik duygusunu güçlendirir. Dikkatinizi çözebileceğiniz sorunlara yönlendirin: teknoloji yardımı ile, elinizin altındaki olanaklarla neleri değiştirebilirsiniz? Dijital dünyaya karşı olsanız da belki sorunlarınızı çözmede, kendinizi bireysel ve mesleki anlamda geliştirmede size yeni bir yol açabilir. Unutmayın, kontrol duygusu depresyonun panzehridir!
  • Yalnızlığınızı aşın: bu süreci yaşayan tek kişi sen değilsin. Grup terapilerinde en önemli etkiyi yaratan şey, katılımcının yaşadığı zorlukları tek kendisinin yaşamadığının farkına varmasıdır. Sosyal yaşamımız büyük oranda kısıtlanmış olsa da skype, whatsapp video bize sosyal bağ kurmak için fırsat veriyor. Bu araçları kullanıp insanlarla hem bağ kurun hem de kaygılarınızı paylaşın. Unutmayın, insanı yaşamda tutan şey dünya malı değil, insan elidir. 
  • Yaşadığınız ana odaklanın: korkuların arkasında geleceği olumsuzluklarla öngörmek vardır. Hatırlama ve hayal etme yetinizin olmadığını düşünün. Algılayabildiğiniz şeylerin sadece şu an ile kısıtlı olduğunu varsayın. Büyük çoğunluğumuz şu an içerisinde bizi tehdit eden hiçbir şey bulamayacaktır. Ekonomik sıkıntı, bizi bekleyen sağlık sorunları, çatışmalar, otobüse yetişmeye kadar varan günlük stresten uzak olduğunuzu göreceksiniz. Çünkü korkular hayal gücümüzün içerisindedir. Bu yüzden ana yoğunlaşmak, bizi korkularımızdan da uzak tutacaktır. Unutmayın, geçmiş aklımızda kalan, gelecek aklımızın kurduğu hayallerdir, gerçeklik andadır.
  • Öğrenmeye, değişmeye açık olun: coronavirüs kirizi toplumsal bir depreme neden oldu. Yaşamın akışını durdurdu. Sadece sağlığımızı değil, değerlerimizi, önemsediklerimizi de değiştirmeye başladı. Unutmayın, bu kriz sonrasında bildiğimiz o dünyada yaşamayacağız artık. Evrensel-zihinsel bir depremden kalkıp yeniden toparlanacağız, bu yüzden yeni bir şeyler öğrenmeye çalışın, mesela bol bol okuyun.
  • Gülmeyi unutmayın: coronavirüs tehlikesi toplumsal yaşamı ciddi derecede etkilemeye başlarken gönderilen videolar, resimler bizleri güldürerek korkunun yerini doldurdu ve bize bu dönemde gülmeye de ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Gülmek sağlığın en önemli araçlarından biri olduğunu, korkuyu dindirmenin en önemli yollarından da biri olduğunu biliyor muydunuz? Abartmadan söyleyebiliriz ki gülmek şu an en çok ihtiyaç duyduğumuz ve bağışıklık sistemimizi güçlendiren araçlardan biri. Bu yüzden gülmeyi ve güldürmeyi unutmayın.
  • Şarkı söylemeyi de unutmayın: İtalya’da balkonlarda insanların birlikte şarkı söylediği haberlerini alıyoruz. Şarkı söylerken korkmanın mümkün olmadığını biliyor muydunuz? Çünkü şarkı söyleme anında korku merkezi olan amygdala bloke olur. Belki orduların savaşa giderken marşlar söylemesinin nedeni budur. Şarkı söyleyin bu hem size ve hem de yanınızdakilere iyi gelecektir. 

Re-Grose: Korku tünelinden çıkmak

Yukarda saydığım önerileri deneyin, amacımız bu süreci en az kayıpla arkamızda bırakabilmek. Bunun için korkulardan sıyrılıp olumlu düşüncelere yönelebilmek bizim elimizde. 

Şimdi ilk Re-Gnose düşünce deneyimize geri dönelim. Bunu yapmazdan önce başka bir şeyi hatırlayalım ama: önemli bir sınav sonrası evinize dönerken, zor bir ameliyat sonrası hastaneyi terk ederken kendinizi nasıl hissettiğinizi anımsıyor musunuz? Dipdiri ve yaşam dolu! Eskisinden çok daha güçlü ve inançlı. Bindiğiniz araçtan, içtiğiniz suya kadar her şeyin değiştiğini, daha lezzetli olduğunu, evde ki koltuğunuzun ne kadar da rahat olduğunu, gökyüzünün daha güzel olduğunu, dünyayı daha çok sevdiğinizi düşünürsünüz. Çünkü artık isteseniz bile korkamazsınız. 

Coronavirüs krizi de bir gün bitecek. Belki bu sonbahar, belki bu yaz, belki daha öncesi belki de daha sonrası. Ama bitecek. Eşinizle, arkadaşlarınızla oturup geriye bakarken dipdiri bir ruh haliyle bakacaksınız: arkanızda bıraktığınız derin bir mücadele ve onu arkanızda bırakmış olmanın verdiği heyecanı yaşıyor olacaksınız.

Şimdi bu deneyi bu duygular içinde yapmaya çalışın: geriye baktığınız zaman neleri yaşamış ve öğrenmiş olacaksınız? Bakalım neleri bulacaksınız.  

Son olarak: corona şer’inde vardır belki bir hayır 

Psikoloji öğrenimim sırasında büyük bir merakla yanıtını aradığım ve ilgimi çeken vakalardan biri Vietnam savaşından sonra PTSD geliştiren askerlerle, aynı olayları yaşadıkları halde bu hastalığı geliştirmeyen askerler arasındaki farkın ne olduğuydu. Diğeri ise Nazi toplama kamplarından kurtulan Yahudilerin bir kısmının derin buhranlar yaşarken diğer kesiminin bu süreçten nasıl sağlıklı çıkabildiğiydi. Bu soruların yanıtları bugün modern psikolojinin resilens (iç dayanıklılık, güçlülük) adını verdiği, ama tüm dünya yaşam felsefelerinin yüzlerce yıl içinde barındırdığı ve yaşanan felaketleri nasıl anlamamız, üstesinden gelmemiz gerektiğini gösteren öğretilerinde saklıydı.

Re-Grose metodu resilens duygusunu güçlendirir (çünkü tünelin içine değil, tünelden çıkmış olarak geriye bakarız). Resilens psikolojik sağlamlığı, dayanıklılığı ifade eder. Bu insanların zor olanı baş etmedeki becerilerinin incelenmesi üzerine geliştirilmiştir. Güçlü resilense sahip insanlar değiştiremeyecekleri şeyler kabul etmeyi bilirler ve sorunları aktif olarak çözmeye yatkındırlar. Bu insanların en dikkat çeken özelliklerinden biri de yaşadıklarına doğru nedenler bulmaya çalışmalarıdır. Kişiselleştirmeden, genelleştirmeden ve felaketleştirmeden kaçınırlar, probleme değil problemin çözümüne odaklanırlar. Ve yaşadıkları felaketin içinden bir anlam, bir amaç bulmaya çalışırlar.

Bugün yaşadığımız bu felaketin içinde de bir anlam bulmamız mümkün mü? 

  • Coronavirüsü sayesinde belki de ilk defa bütün dünya ortak bir düşman, ortak bir hedefin peşinde. 
  • Kesilen hava ve yol trafiği ile iki gün içerisinde şehirler temiz havaya almaya başladı. Böylelikle ekolojik bir felaketin önüne geçmenin hiçte o kadar zor olmadığını gördük. 
  • İlk defa ayni evin içerisinde, kaçmadan birbirimizle yüz yüze kaldık. Sosyal yaşama, sosyalliğe ve birbirimize ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu hissettik. 
  • Sosyal mesafe sayesinde kime sarılmamız, kimden kaçınmamız, kime elimizi vermemiz, kimden sakınmamız gerektiğini fark ettik. 
  • Bugüne kadar şüphe ile baktığımız birçok teknolojik gelişmenin nasılda işimize yaradığını keşfettik. 
  • Kapitalizmin bize dayattığı tüketme ve büyüme parolasından vaz geçmenin felaket olmadığını, asıl felaketin sağlığımızı, sevdiklerimizi, sosyal yaşamımızı kaybetmek olduğunu anladık. 
  • Sınırlarımız olduğunu ve olması gerektiğini kavradık. 
  • Gezegende tek başına olmadığımızı, dünyayı diğer insan ve canlılarla paylaşmamız gerektiğini algıladık. 
  • Küçük şeylerin bizden daha büyük olabileceklerini ve bunun sayesinde de sadece ve sadece insan olduğumuzun yeniden farkına vardık. 

Belki de coronavirüs sayesinde kör alışkanlıklarımızı ve inançlarımızı arkamızda bırakıp yeni bir çağa insan olarak girmenin yolunu bulacağız, çünkü: “tarih insanın tanrıları bulması ile başlamıştır, insanların tanrı olması ile de bitecektir” Y. N. Harari

Sağlıklı ve daha güzel günlerin bize yakın olması dileği ile…

24. Mart 2020

Dr. Özgür Tamcan, PhD